İnsan hakları, hiçbir ayrım gözetilmeksizin tüm insanların yalnızca insan olmaları nedeniyle doğuştan sahip oldukları hakların bütünüdür. Bu haklar özgürlük, eşitlik, adalet yolunda yüzyıllarca süren mücadeleler sonucunda elde edilmiştir.
1215 yılında İngiltere’de kralın yetkilerini sınırlandıran Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı), her konuda egemen olan hükümdarların mutlak gücünü dünyada ilk kez sınırlandıran yazılı belgedir. Bu belge ile İngiltere kralının özellikle vergi ve askerlik konularında sınırsız olan yetkileri kısıtlanmıştır. Ayrıca bu belgede kanuna uygun ve mahkeme kararı olmadıkça hiç kimsenin tutuklanamayacağı ve hapsedilemeyeceği de belirtilmiştir.
12 Haziran 1776’da Amerika’da hazırlanan Virginia (Virjinya) Anayasası ve bu anayasanın giriş kısmında yer alan Virginia Haklar Bildirgesi, bireysel hak ve özgürlükleri bir liste halinde sıralayan ve onları üstün hukuk kuralları olarak ortaya koyan ilk belgedir. Virginia Haklar Bildirgesi, daha sonra bu doğrultudaki bildirgelere ve devletlerin anayasalarının hazırlanmasına esin kaynağı olmuştur.
1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde hem bireysel haklar tek tek sıralanmış hem de modern devleti oluşturan siyasi ilkeler ve anayasa esasları belirtilmiştir. Bu bildirgede sıralanan bireysel haklar ile ulusal devlet, hukukun üstünlüğü, laiklik gibi ilkeler 19. yüzyıldan itibaren ülkelerin anayasalarında yer almaya başlamıştır.
Demokrasi ve insan hakları yönündeki bu gelişmelere karşın, 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşı milyonlarca insanın ölümüne neden oldu; yaşanan büyük ekonomik çöküntü nedeniyle savaşa katılan ve katılmayan tüm ülkelerde yokluk, kıtlık, açlık tehlikesi ortaya çıktı. 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan bu acılar, insan haklarının tüm ülkeler ve tüm insanlar için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. İnsanlığın bir daha bu tür acılar yaşamaması için 20. yüzyılın ikinci yarısında çeşitli uluslararası kuruluşlar oluşturuldu. Bu kuruluşların en önemlisi 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler’dir.
Birleşmiş Milletler, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni kabul etti. İnsan hakları düşüncesi, bu belge ile 20. yüzyılda çok önemli bir aşamaya ulaştı. İnsan haklarını uluslararası düzeyde korumaya yönelik Avrupa Konseyi (1949) gibi kuruluşlar, devletlerin uymakla yükümlü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (1950) gibi hukuki belgeler ve insan hakları ihlallerini önlemeyi amaçlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (1959) gibi denetim mekanizmaları oluşmaya başladı. Ayrıca 20. yüzyılda insan haklarının kapsamı genişledi. Sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, dinlenme, eğlenme, tatil hakkı gibi sosyal, ekonomik ve kültürel haklar önem kazandı ve güvence altına alındı. Dayanışma hakları adı verilen çevre hakkı, barış hakkı, gelişme hakkı, insanlığın ortak mal varlığına saygı hakkı gibi yeni haklar gündeme geldi.
İnsan, yeryüzünde yaşama ve var olma serüveninde bu güne dek hep elde ettiği kazanımları, yarattığı ve sahip olduğu maddi ve manevi değerleri koruma; özgür, eşit ve onurlu yaşama mücadelesi içinde olmuştur. Yüzyıllarca süren bu mücadele sonucunda; yaşama hakkı başta olmak üzere, düşünce ve inanç özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği gibi bireysel haklar; hukukun üstünlüğü, masumiyet karinesi ve yargılanma hakkı gibi modern toplum ve devlet anlayışının çerçevesini çizen temel ilkeler günümüz insanının vazgeçilmez, dokunulmaz, devredilmez temel değerleri haline gelmiştir. Bu değerler özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüm modern ve demokratik devletlerin anayasalarına yansımış, “Temel Haklar” başlığı altında en üst düzeyde koruma altına alınmıştır.
Ne üzücüdür ki günümüzde insan hakları konusunda yazıp çizen bazı kişilerin ve hatta bu alanda akademik çalışma yapan, tez hazırlayan bazı araştırmacıların, akademisyenlerin insan hakları ile ilgili temel algıları ve anlatımları şu önemli yanılgıyı, yanlışı içermektedir: Yüzyıllarca ve hatta binlerce yıl önce, bazı ülkelerde, bazı hükümdarlar, krallar, padişahlar çok iyi insanlarmış; insanı, diğer canlıları ve doğayı çok severlermiş. İşte bu iyi, yufka yürekli hükümdarların yönetimindeki ülkelerde; çok adaletli düzen varmış ve insanların sahip olduğu hak ve özgürlükler o çok adil hükümdarların güvencesindeymiş! Oysa “size her istediğini veren güç, günü gelir sizden her istediğini de alır.” Bu nedenle bilmeliyiz ki, bilinmelidir ki bu türden yaklaşımların ve söylemlerin günümüzdeki insan hakları anlayışı ile hiçbir ilgisi yoktur. Bugün tüm demokratik toplumlarda insanın sahip olduğu hak ve özgürlükler tek bir insanın iki dudağı arasındaki haklarla, o tek insanın iyi niyetiyle, inayeti ve insaniyetiyle, adalet anlayışıyla ifade edilmez, edilmemelidir. Çünkü tarih boyunca tüm toplumlarda hak ve özgürlükler, mutlak yetkili hükümdarların gücünün ve yetkilerinin sınırlandırılması mücadelesi sonucunda elde edilmiştir. Günümüzde insan hakları anayasa ve yasalarla, uluslararası sözleşmelerle yazılı olarak ortaya konulan ve en üst düzeyde devlet güvencesi altına alınan hakları ve özgürlükleri ifade eder.