Türkiye’de çatışma haberleri ve can kayıpları arttıkça pek çok kimse tarafından “artık bu kirli savaş bitmelidir” görüşü tekrarlanmaktadır. Türkiye’de olup bitenleri açıklamaktan çok uzak bu görüş adeta bir iyi niyet beyanı gibi, hatta savaşa karşı olmanın asgari şartı gibi açıklanmaktadır. Bu görüşün sahiplerine bakılırsa, Kemalizm ve onu sahiplenen TSK’nın resmi görüşü dayatması ve PKK’nın da buna itiraz etmesi sonucunda “bu kirli savaş” ortaya çıkmıştır. Eğer Türkiye, resmi görüşten, Kemalizm’den vaz geçerse bu savaşın da ortadan kalkacağını savunurken heyecanlanan pek çok kimse bilinmektedir.
Dikkatle bu görüş ele alındığında bir defa PKK’nın ortaya çıkışı ve bu günlere kadar gelebilmesini sağlayan unsurların önemli bir kısının yok sayıldığı görülecektir. PKK’yı teorik planda Kemalizm’in ihdas ettiğini, sıkıyönetim, olağan üstü hal ve nihayet Diyarbakır Cezaevi gibi uygulamaların PKK’yı meydana getirdiği iddia edilebilmektedir. Hemen her alanda ve çok yönlü uzmanlığı ile tanınan Sedat Laçiner gibi isimler bile bu görüşü önemli ölçüde sahiplenmiştir. Galiba hemen her alanda çok yönlü uzmanlıkları da buradan ortaya çıkmaktadır.
PKK gibi örgütler Türkiye’de kurulmuştur elbette. Ancak bu örgütler komşu ülkelerden, mesela Suriye’den bilinen desteği görmeselerdi acaba bu günlere gelebilirler miydi? İran-Irak Savaşı’nın sonunda Türkiye’nin Barzani ve Talabani ikilisine verdiği desteğe bir misilleme olarak Saddam Hüseyin’in PKK’ya olan yardımları olmasaydı PKK nasıl büyüyecekti? Bütün bunları gölgede bırakacak gelişmeler ise 1991’de ve 2003’te ABD’nin Irak’a saldırısıdır. Bu saldırıların sonunda PKK örgütü Irak’ta inanılmaz imkanlara kavuşmuştur.
Olağan üstü hal idaresi elbette istenecek bir yönetim tarzı değildir. Ancak olağan üstü hal yönetimine itiraz edenlerin, örgüt bu şartlarda doğup büyüdü gibi insan aklını hafife alan iddiaları, sahiplerinin büyük uzmanlıkları ile de açıklanabilecek türden değildir. Örgütün neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde açık, gizli faaliyetleri vardır. TV’leri, Radyoları, Gazeteleri, Dernekler, Vakıfları vardır. Son derece açık ve serbestçe faaliyetlerini sürdürürler. Haraç toplamadıkları, uyuşturucu ve insan ticareti yapmadığı bir ülke neredeyse kalmamıştır. Bu ülkelerin neredeyse tamamı da Türkiye’nin dostu ve müttefiki sayılmaktadır.
Burada bir tuhaflık, bir garabet yok mudur? Örgüte benzeri yardımları, Türkiye’nin neredeyse bütün komşuları yakın zamana kadar cömertçe yapmışlardır. Ancak değerli uzmanlar, her nedense örgütün büyümesini, sıkı yönetim ve olağan üstü hal idareleri ile açıklamaktadırlar. Aslında karşı çıktıkları idare tarzlarının da uzmanıdırlar. Ancak işin bu tarafı şimdilik gündem de değildir.
PKK’nın elemanları bile gördüğü dış desteği açıklayan dikkat çekici başka bir örnektir. Suriyeli bir Kürt’ün PKK içinde liderlik mücadelesi yaptığı bile sıkça haber olmaktadır. Suriyeli birisi nasıl böyle bir mücadeleye girişebilmektedir? Elbette örgüt içindeki Suriye vatandaşı olan Kürtler, bu liderlik mücadelesinin en önemli dayanağıdır. Belki Suriye ölçüsünde olmasa bile Irak ve İran vatandaşı olan Kürtlerin de doğrudan örgüte katılarak çatışmalarda yer aldıkları da bilinmektedir. Belki bu katılımlar bir Kürt dayanışmasının örneği olarak ta açıklanabilir.
Bir örgüt Türkiye içinden ve dışından sahip olduğu inanılmaz destekle otuz yıla yakın bir zamandan beri bilinen kanlı mücadelesini sürdürmektedir. Buna karşılık devlet adına, karar verici olanların, iktidar sahiplerinin, çoğu kere kendi aralarında iktidar mücadelesine tutuşmaları, birinin yapmak istediğine diğerinin engel olması örgütün işlerini kolaylaştırmıştır. Hatırlanmalıdır ki Tansu Çiller’in Başbakanlığı döneminde, Suriye’de Öcalan’a suikast yapılacağı, öldürüleceği hazırlıkları yapılıyor diye Mesut Yılmaz tarafından yayılan bir haberden dolayı söz konusu hazırlıkların da etkisiz kaldığı bilinmektedir.
Doğrudan Türkiye’nin bekasına yönelen bu terör faaliyetleri karşısında, karar vericilerin arasında görüş birliğinin, konuya vukufiyet anlamında yeterli hazırlığın, en önemlisi de kararlılığın olmadığını geçen otuz yıl göstermiştir. Geçen otuz yılda terörle mücadele den bir sonuç alınamamış olmasını nasıl açıklamak gerekir? Bazı çevrelerin iddialarına bakılırsa, bu iş silahlı mücadele ile çözülemez. Siyaset yoluyla çözülmelidir. Ancak siyaset yoluyla çözülmenin de ucu açıktır. Ne demek siyaset yoluyla çözmek? Neler yapılınca siyaset yoluyla çözülmüş olunacaktır? Aynı çevreler devletin örgütle olan mücadelesini zaten bir “kirli savaş” olarak değerlendirmektedir.
Bu değerlendirme son derece sorunludur. Bu savaşı kirleten nedir? Mevcut hukuki düzenlemeye göre, uluslar arası mevzuata göre, bir devlete karşı silahla meydan okuyan bir örgütle devlet aynı düzlem de görülebilir mi? Terörle mücadeleyi “kirli savaş” gören mantık zaten olayı bu zaviyeden görmektedir: devletin durumu da örgütün durumu da aynı düzlemde ele alınmaktadır. Her ikisi de meşruiyetin dışında görüldüğü için zaten bu mücadele “kirli savaş” sayılmaktadır. Bu anlayışın sahipleri, örgüte yönelen bir itirazla, bir eleştiri ile karşılaştıklarında ise derhal Kemalizm’in tutarsızlığından yararlanmaya çalışmaktadırlar. Bunların iddialarına bakılırsa, sanki Kemalizm’e karşı bir savaş yürütülmektedir. Bunun içinde sıkça Mahmut Esat Bozkurt gibi şahısların hezeyanlarından örnekler seçilmektedir.
Buna karşılık, Öcalan her ne kadar Suriye’de iken başka tellerden çalmış olsa bile, tutuklandıktan sonra artık kendisini hidayete ermiş görmektedir. Sıkça Kemalizm’in mana ve öneminden söz etmektedir. Onun bağlılarına da dikkat edilirse, “ordu ile laiklik konusunda aynı hassasiyeti paylaştıkları” gibi itiraflarda bulunmaktadırlar. Elbette Kemalizm laiklikten ibaret değildir. Ama laikliğin dışındaki konular Kemalizm için teferruattır.O halde bunların derdi nedir? Kemalizm’in dayandığı laiklik çok mu umurlarınadır? Dertlerinin büyük ölçüde bir “azınlık ırkçılığı” olduğu görülmektedir.
O halde Kemalizm veya laiklik tartışmaları ile azınlık ırkçılığını temel alan bir terör hareketine karşı yürütülen mücadele bir “kirli savaş” olarak nitelendirilebilir mi? Bu olayı ısrarla bir “kirli savaş” olarak görmeye çalışanlar, PKK eylemlerini hiçbir zaman “terör eylemi” ilan etmemiştir. Kirli saydıkları bu savaşın bitmesi için de buldukları yegane kurtarıcı çözüm ise devletin geri adım atmasıdır. Aşağı yukarı PKK tarafından ileri sürülen her şeyin devlet tarafından kabul edilmesini beklemektedirler.
Onların iddiasına göre devlet bunları kabul ederse bu “kirli savaş” bitmiş olacaktır. İlk bakışta bu savaşı kirletenin, her iki tarafın tutumu olduğunu iddia eder gibiyseler de gerçekte örgütün iddialarını sahiplendikleri için de savaşı kirleten taraf olarak yalnızca devleti görmektedirler. Çünkü aynı çevrelerin iç bir zaman PKK’nın tarihe, siyasete, topluma ve hukuka dair iddialarına yönelen bir itirazları görülmemiştir. Kirli saydıkları bu savaşın bitmesi için hiçbir zaman, PKK’nın dağdan inmesini istememişlerdir. PKK’lılar dağdan inmeyince savaş nasıl bitecektir?
Son zamanlarda bazı İslami çevrelerin bir eksen kayması yaşadıkları görülmektedir. İslamcılığı, Hıristiyan Rumlar ve Ermeniler için daha çok ağıt yakmak ve buna karşılık Osmanlı döneminde ki Müslümanları suçlamayı, mahkum etmeyi bir alışkanlık haline getirdiler. O dönemde katledilen Müslümanlar hiç hatırlamazken, Haçlıların kayıplarını abartarak, dönemin Müslümanlarını ve yönetimlerini suçlamayı tercih etmektedirler. Aynı çevrelerin PKK’nın siyaset, tarih ve toplum iddialarını şaşılacak derece de sahiplendikleri bilinmektedir. PKK’lılara dağdan inmeyin diye akıl vermeye çalışmaktadırlar. Bu ekseni ve aklı kaymışlara bakılırsa: “Bu gün egemen ideolojinin müntesipleri Kürtlere yapılanın milyonda biri bile kendilerine yapıldığında dağa çıkacaklarını söylerken hatta MHP kendisine bir zulüm yapıldığında değil, Kürtlerin haklarından bir kısmı verildiğinde dahi dağa çıkacağını söyleyebilmekteyken, bunca zulüm ve işkence sebebiyle dağa çıkmış olanların, henüz hiçbir somut hak iadesi sağlanmadan, uğrunda bunca bedel ödedikleri temel haklar iade edilmeden dağdan inmesini beklemek ne mümkün ne de makuldür.”
Görüldüğü gibi, bir taraftan, Kürt Sorunu ayrı, PKK ayrı demelerine karşılık, çoğu kere de Kürt Sorunu yalnızca PKK işiymiş gibi konuyu ele alabilmektedirler. Ardından da PKK’lılara dağdan inmeyin diye akıl verebilmektedirler. Gerçekten de PKK’lılar bunların akı vermelerini ciddiye alır mı? İşin bu tarafı biraz şüphelidir. Çünkü onlar yalnızca Öcalan’dan duyduklarına karşı programlanmıştır.
Başkalarının akıl vermesi beyhude gibiyse de yine de o başkalarının suları hangi değirmene akıtmaya çalıştıklarını göstermesi akımından yukarıdaki alıntı ibretlik değil midir? Bu alıntı vb paragraflardan her şey çıkabilir hemen pek çok kalıpta yer bulabilir ancak İslamcılık sınırları içinde ve içeriğinde görülmesi mümkün müdür?
Halbuki terörle mücadele onurlu bir iştir. Bu onurlu iş öyle “kirli savaş” edebiyatıyla hafife alınamaz ve geçiştirilemez. Yalnızca böyle yapmaya çalışanların üzerlerine biraz kir bulaşır. Önceden sahip oldukları kirlerle birleşince Türkiye’nin onurlu, saygı değer Müslümanları için giderek ağırlaşan bir yük durumuna gelmektedirler.
Şahsen islami duyarlılığı ağır basan kesimlerin soruna zamanında ve yeterince önem vermediklerinin ızdırabını yaşıyorum. Ancak hala yapılabileceklerin var olduğuna inanıyorum. Ama daha da geç kalmadan…