Batı medeniyeti, insancılık ve hümanizm felsefesi üzerine kurulu olduğunu iddia etmekle birlikte ne hikmetse ilerlemeye sebep olarak kabul edilen insanı, tamamen unutuvermiştir. Bu medeniyet insanın manevi boyutunu göz ardı ederek insana sadece bir açıdan bakmış ve yalnız maddî boyutunu hesaba katmıştır. İşte Batının çıkmazı, bu yanlış anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Birkaç asırdır insanın maddî huzur ve rahatlığı için bütün iktisadî, siyasî formüller ilmî ve teknik güçler hizmete alındı ve tüm maddi imkânlar insanın dünyevî huzurunu sağlayabilmek için seferber edildi. Ancak, bütün bu çabalara rağmen Batı insanı hiçbir huzur bulamamakta, dünyayı dar, karanlık ve soğuk görmekte ve kendisinin onda, küçük ve çürük olduğunu hissetmektedir. Bu düzenin içindeki eleştiricilere göre bu akım, insanın yok olmasından başka bir şeyle sonuçlanmayacaktır. Bunu, Batı düzeninin Fransız eleştirmenlerinden biri olan Ruje Dupaskiye şöyle dile getiriyor:
“Hareketinin başlangıcında “insancıl” olmak isteyen, insana her şeyin başlangıcı sıfatını veren bu medeniyet, şimdi böylesine bir şaşkınlığa düşmüştür. Günümüzde, insan mefhumu içeriğini yitirmiştir. Her durumda, kendini “insancıl” diye tanıtan medeniyetin, insanı küçük düşüren, aldatan ve sonunda yok eden bir düzen olduğu ortaya çıkmıştır. Bu medeniyet, insanı, bir üretim ve tüketim makinesine dönüştürerek küçümsemiştir.”
Ama İslami anlayışta, sadece maddi rahatlıktan, servet ve maddî refahın bolluğundan söz edilmemektedir. Bu toplum mimarlarının gözünde insan sadece bedensel değil, çeşitli boyutlara sahip olan bir varlıktır. Tekâmül ve ilerlemesi de bütün boyutlarını kapsayacak bir şekilde eşit olarak gelişmesine bağlıdır.
İdeal toplum, adalet toplumu olmak, birlikte, refah ve güven toplumudur da; eğitim ve yetiştirme toplumu olmanın yanı sıra insanî fazilet ve erdemlerin egemen olduğu bir toplumudur da. O ortamda, salih insanlar yetişir. Orada, insanların maddi zenginliğe kavuşmanın yanı sıra kalbî ve manevî zenginlik de elde ederler, insanlar servet bolluğuyla birlikte, ahlakî güzellikler ve insanî faziletlerin zirvesine de ulaşırlar. Kinler kalplerden kazılır, sosyal ilişkilerde yalan, hile, kalleşlik gibi sıfatlar yerlerini doğruluk, dürüstlük ve muhabbet gibi sıfatlara bırakır. İşte böyle bir toplumda, refah, adalet ve emniyet de gerçek anlamını bulur. İnsana böyle kapsamlı bir bakışa sahip olunmadıkça ve onun gerçek kimlik ve kişiliğinden haberdar olunmadıkça Allah’a ve kıyamete iman sayesinde insanda oluşan olgunluk dikkate alınmadıkça, “ideal toplum” kurma insanın sadece rüyasında kalacaktır.