Değerli sanatçımız Mustafa Yıldızdoğan, Suriye ‘de Bayır-Bucak Türkmenlerinin Rus ve Esad rejim güçlerinin yoğun saldırılarına uğradığı dönemde, oradaki Türkmenlerin yalnızlığını bir şarkısında muhteşem bir şekilde dile getirmişti:
…
Kara günler toprak inler
Ahımı ecdadım dinler
Sattılar bizi sattılar
Burda ordaki hainler
Aman aman, aman aman
Başımızda kara duman
Yalnızların sahibi var
Türkmen’ime yardır Rahman
…
O zamanki şartları dikkate aldığımızda Türkmenlerin hıyanete uğrayıp uğramadığı tartışılabilir ancak Türkiye bölgede somut adım atana kadar yalnız kaldıkları muhakkak.
Bir gerçeği yaşayarak görmüştük.
Evet, her zaman ve her yerde olduğu gibi Bayır-Bucakta da yalnızların bir sahibi vardı ve Türkmenlere de Rahman yâr olmuştu. Türkmenler zor zamanlar geçirdi ancak kahramanca direnerek zalime teslim olmadılar. Suriye’de Türkmenlerin henüz güvende olduklarını söylemek zor olsa da, artık Türkiye ‘nin bölgedeki varlığını hissedebiliyorlar en azından.
Bu hatırlamadan sonra asıl konumuza gelirsek…
İslam dünyasının tek kanayan coğrafyası Suriye değil maalesef. Türk dünyasının tek mazlumları da sadece Bayır-Bucak Türkmenleri değil.
Rus-Çin işbirliği ile Çin tarafından işgal edildiğinden bu yana sürekli baskı altında yaşayan Doğu Türkistan‘daki Uygur ve Kazak Müslümanlar belki de Myanmar‘daki Arakan Müslümanlarından sonra dünyadaki en ağır zulme maruz kalmaktadırlar.
Ne hikmetse yakın zamana kadar bu dramdan dünyanın haberi yoktu bile. Sadece Türkiye ‘de cılız bir ses çıkıyordu, İslam dünyası bile ya habersizdi ya da durumu kavrayamaz ve acıyı göremez haldeydi.
Son dönemde zayıf bir sesle de olsa Doğu Türkistan gündeme gelmeye başladı. Bu sesin duyulmasında, kısmen Türkiye kamuoyunun duyarlılığı kısmen de Çin ‘in zulmün kapsamını ve şiddetini akıl almaz boyutlara taşımasının rolü olduğunu düşünebiliriz.
Eğitim kampları adı altında Nazi toplama kamplarını andıran yerler, evin erkekleri kamplara götürüldükten sonra gözlemci adı altında her eve bir Çinli askerin ya da görevlinin yerleştirilmesi gibi uygulamalar yeni Çin icadı zulümler olarak tarihe geçti.
Bütün bunlara rağmen zulmü durduracak bir gelişme olmadı. Ne dünya ne de maalesef Türkiye somut bir adım atmadı ya da atamadı.
Dünyadan fazla bir beklentimiz yok…
Fakat Türkiye…
Yüz yıl aradan sonra yedi düveli tekrar karşısına almaya cesaret eden Türkiye neden Doğu Türkistan için bu kadar zayıf davranmakta? Bunu anlamak hayli zor geliyor bana.
Her yerde olduğu gibi Doğu Türkistan ‘da da muammalar vardır. Bunu inkâr etmiyoruz.
Orada da Türkiye ‘de olduğu gibi sapla samanı birbirine karıştıranlar, Çinli ile işbirliği yapanlar, bilgi çarpıtmak için uğraşanlar ve genel olarak Uygur Türkü ‘nün hayrına çalışmayanlar vardır. Bu ise atılacak adımı da yapılacak yardımı da zorlaştırmaktadır.
Tartışmalar bitmez; Türkiye ‘de olsun dünyada olsun Çin ‘e sempati duyan kimileri Uygur direnişçilerini Amerikan ajanlığıyla bile suçlayabilmişlerdir. Türkiye‘de bir de zulmü görmezlikten gelen, hatta Çin ‘in söylemlerini olduğu gibi alıp “radikal ideolojilerle mücadele” maskesi altında meşrulaştırmaya çalışan kişiler ve yayın organları serbestçe istediklerini yazabilmektedir.
Ayrıca, ekonomik ve askeri açıdan gücü yabana atılamayacak bir devlet olan Çin ‘i karşımıza almanın da kolay olmadığını, hele hele bunu duygusal saiklerle yapamayacağımızı biliyoruz.
Peki, büyük devletlerin özelliklerinden birisi nedir?
Her soruna bir çözüm bulmak, her zorluğu aşmak için bir yöntem üretebilmektir. Bireylerin kafası karışabilir ancak devletin kafası karışmaz. İstihbaratı, kültürü, politikası ile her mevzuyu net anlaması ve tavrını net olarak ortaya koyması gerekir ki gücünden de adaletinden de emin olabilsin.
Ben Türkiye‘nin büyük devlet olduğuna, son üç yüz yıllık zayıflamayla sadece geçici bir sürecin yaşandığına ve yakın zamanda bu büyük devlet ağırlığının tüm dünyada hissedileceğine inanıyorum.
Türkiye‘nin bu inancımı boşa çıkarmayacağına, ekonomik, ticari, siyasi alanlarda yapabileceği ne varsa adım atmaya çalıştığına, Uygur kardeşlerimizi yalnız bırakmayacağına inanmak istiyorum.
Şimdilik bunu somut olarak göremesem de ümitle bekliyorum. Türkiye ne kadar güçlü ses çıkarırsa Uygurlar da o kadar güçlü hissedeceklerdir kendilerini.
Bu kadarla sınırlandırmıyorum ümitlerimi…
Çünkü biliyorum ki ne olursa olsun yalnızların bir sahibi var.
Biliyorum ki ne kadar kötü olsa da zaman, ne kadar çetin olsa da meydan, hiçbir ses çıkmasa da dosttan, her mazluma yâr olduğu gibi “Uygur’uma yârdır Rahman”.