Doksanlı yılların sonuna doğruydu…
Genç yaşımda, orta veya küçük ölçekli olmasına rağmen plastik ambalaj sektöründe yeri olan bir şirkette üst düzey yöneticilik yapıyordum. Bir yandan şirketi yapılandırmak için uğraşıyor bir yandan da işbirliği yaptığımız bir İsviçre firmasıyla ortaklığa gitmeye çalışıyorduk.
Şirketin iki ortağı kısa sürede benden hayli memnun olmuşlar, daha önce uzun süredir zarar eden şirketin bu dönemde bazı tedbirlerle ve yeni yapılanmayla artık kar göstermeye başlamasından dolayı da beni takdir etmişlerdi.
Üst düzey görevimin yanında hem sektörü çabuk kavramak hem de bazı sonuçlara çabuk ulaşmak hevesiyle kalıphane ve işletmede fiilen bulunuyor, eksikleri hemen tespit etmek için gayret ediyor, işçilere güven vermeye çalışıyordum. Kısacası yöneticilik yanında mühendislik ve işçilik de yapıyordum.
Ben hariç herkes memnundu; işçiler maaşlarını artık alabiliyor, şirket kar ediyor ve yüzler gülüyordu.
Bir şeylerin eksik olduğunu gördüğümden, daha hızlı ilerlememiz mümkün olduğu halde ortaklardan birinin her işe müdahale etmesinden de kaynaklanan bir kısım sebeplerden dolayı yavaş ilerlediğimizi fark ettiğimden, ayrıca, bazı verilen sözlerin havada kalmış olması nedeniyle ben pek memnun değildim.
Yoğun olduğunu zannettiğimiz işimize rağmen, gelen ekonomik krizin ayak sesleri ve işimizin tahmini geleceği beni huzursuz ediyordu. İşimiz iyi görünüyordu ancak yeni işe aldığım bir Müdür arkadaşın bilgisayar destekli sipariş izleme gayreti ve buna bağlı olarak sunduğu rapor bir ay sonra siparişlerin tükeneceğini ve tedbir olarak somut bir adım atmadığımızı göstermişti. Yapılan mesailerin işin çok olduğundan değil, bir kısım iyileştirme sağlanmasına rağmen halen verimsizlik ve plansızlığın tamamen ortadan kaldırılamamış olmasından kaynaklandığı görülmüştü.
Daha önce dokunulmasına izin verilmeyen Pazarlama ve Satış bölümünü bu defa mutlaka yapılandırmak istediğimi, satış elemanı, yönetici ve patron hiyerarşisinin müşteri karşısında korunması gerektiğini, kullanılacak imkanların da bu doğrultuda planlanması gerektiğini söylemiş ancak yine reddedilmiştim. Biz senin elemanın gibi çalışır bu işi çözeriz, satışı bize bırak diyordu özellikle ortaklardan birisi.
Neticede siparişler bitti ve gerçek göründü. Ortaklar olayı kavrayana kadar da iki ay geçti. Durumun farkına varınca hemen bana döndüler ve istediğini yap dediler. Ancak, iş işten geçmişti. Piyasa büzülmüş, kalan payı da müşteriyle sıcak teması profesyonelce sürdüren bir iki rakibimiz kapmıştı.
Tekrar maaşlar verilememeye, stres artmaya ve suçlu aranmaya başlandı. Allah ‘a şükür yazılmış raporlar vardı yoksa suçlu da çabuk bulunurdu (!).
Ramazan bayramı geldi çattı…
İşçiler bir buçuk aylık maaşlarını henüz almamıştı (kendi kendime verdiğim sözden dolayı onlar maaş almadığı sürede ben de almıyordum). Bayram da gelmişti.
Ortaklardan toplantı istedim ve bir önerim olduğunu söyledim. İki ay sonra, dört ay sonra ve sekiz ay sonra alacaklarımızın ciddi bir kısmını alacağımızı, şimdilik geçici bir çözüm sunacağımı belirttim.
Ortakların ve benim kullandığım araçları, servislerden birini ve yakın nakliye kamyonlarından birini satmayı, hem kalan maaşları ödemeyi, hem de bayram parası vermeyi düşündüğümü, bunun için onay istediğimi söyledim ve iki ay sonra kendilerine daha iyi araç alacağımı vurguladım. İşçilerin bayramda mağdur olmalarını istemediğimi, yüzlerinin gülmesi gerektiğini anlattım.
Bekliyordum ki biraz düşünsünler, başka çare yok mu desinler. Senin bazı banka şubeleriyle aran iyi, kredi kullanamayız mı diye sorsunlar. Ya da, işçilerin bütün alacaklarını temizlememiz şart mı, biraz maaşlarını biraz da bayram parası versek de yüzleri güler desinler.
Ne var ki, ortaklardan girişken ve yetkili, tabii kendine göre her işi iyi bilen (!) dedi ki:
“Arabaları bize sen mi aldın da satıyorsun?”
Başımdan sanki kaynar sular döküldü. Tahmin edeceğiniz gibi yarım saat sonra istifa mektubunu önlerine koydum. Niye hemen kızıyorsun falan dedilerse de ay sonunda şirketten ayrılmak kaçınılmaz olmuştu artık.